3 Aralık 2012 Pazartesi

Yeni Dünya...

                          
Ne kadar uzun süre ara verdiğimi yeni farkettim. Daha önceki ara vermelerim tatsız olaylar yüzünden olmuştu. Zaten diyecek kelimeyi zor buluyordum o zamanlar. Bugün ise dilimde biriken binlerce heceyi bir yere dökme ihtiyacı içerisindeyim. Doğum dediğin olay evet bir mucize, doğurduğun bebek ile her sabah yeni bir güne uyanmak ve birlikte günleri bitirmek ise bu mucizeviliği tekrar tekrar hatırlatıyor. Eşimin de benimle aynı duygular hissetmesi ise olağanüstü. Aynı duygu yoğunluğunun bir patlaması sonucu, kendimizi gecenin bir yarısı sinirlerimiz bozulmuş bir şekilde kahkahalar içerisinde susturmaya çalışırken buluyoruz. Bir mola verip soluklanıyoruz ve diyoruz ki bizim bunları biryere yazmamız lazım. Senin vaktin var, benim de tercümanım ol sen de yaz bir kenara, duygularımız aynı... diyor.
Diyor da bu kısımdan bir girişe başlayalım o zaman. Benim bu dönemde hissettiklerim kimsenin hissettikleri ile eşdeğer, denk veya aynı olamaz. Burası başka bir dünya. YEni bir dünya. Ezbere yapılan bir sürü şeye rağmen içgüdülerinin yön verdiği bir dünyada ezberbozan bir dünya. Ben bu dünyaya çok şaşkın bir giriş yaptım. Oğlum da öyle. 
Birtek bana değil etrafımdaki herkese sanki hiç doğurmayacakmışım hissi veren hamilelik dönemim, "miad aşımı" nedeniyle sonlandırıldı. Geciken hergünüm hastanede geçtiğinden dolayı yine böyle bir günmüş gibi gitmiştim doktorumun yanına. Ama o artık bebeğimi alması gerektiğini söyledi. Ne kadar kendimi hazırlasam da o an hazır olmadığımı anladım. Hastane kısmı bana hayal gibi geliyor şu anda. Bebeğimi ilk gördüğüm andan itibaren gözümün önünde net olarak birtek o var, onun dışında etraf bulanık. Ne zaman ki evime bebeğimle dönüp, sıcak bir banyo yapıp, onun doyduğunu anladım, işte o zaman herşeyin farkına vardım. Şaşkınlığım geçti. Heyecanlıydım artık. Kucağımda bir bebek, onu doyuruyorum, her yönüyle bana bağımlı, bana bakıyor. İşte o anda ağlayabildim sonunda. Hıçkıra hıçkıra, ama sessizce. İlk gördüğüm an niye ağlamamışım, duygusuz mu sanmıştım kendimi,  öyle değilmişim, anneymişim ben.
Bundan sonrası çok keyifliydi artık. Eşimle üniversite arkadaşı olduğumuz için, evlendiğimize inanamıyorduk zaten, hamilelik döneminde de bizim bebeğimiz mi olacak soruları ile geçti. Şimdi ise 135 gün geçmesine rağmen, bizim bir oğlumuz var artık ya diye çığlık atıyoruz evin içinde. İlk günden beri kucaklarımızdaydı artık. "Kucağa alıştırmayın, Sallamaya alıştırmayın, Sessizliğe alıştırmayın, Bırakın kendi kendine uyusun." Öyle bir dünya yok ey ahali. Bizim oğlumuz sessizlik içinde sallana sallana kucakta gezerek uyumayı çok seviyor. İlk 11 hafta  kolikleri bile çok yormadı bizi, akşam vakti 2 saat sancısı oluyordu. Sadece kucakta dolaştırınca veya battaniye ile sallayınca susuyordu. Battaniye ile sallarken Melihle bildiğimiz bütün duaları ve türküleri okuyorduk. "Kendi yarı çaplarında" şarkıcı anne ve babaya sahip oğlumuz müzikle sakinleşiyor. Tek tip müziği değil çoksert olmayan her tür müziği dinledi şimdiye kadar.
Düşündükçe her anını kayda geçirmek istiyorsun, ama yaşarken bunu gerçekleştiremiyorsun sonra pişman oluyorsun. Hamileyken hafta hafta bebeğime yazdım. Şimdi ise "ilklerini" ve "enlerini" yazıyorum ufak ufak. İlk gülücüğü 35 günlükken. En sevdiği şarkı Toygar Işıklı'nın Ninni şarkısı.gibi...
Gel görki iş duyguları anlatmaya geldiğinde burada biraz tökezliyorum. Nasıl bir anneyim acaba bunu sorgulayıp duruyorum. Bu kadar çok şey hissedip, bu kadar az dile getirebildiğim bir dönem olmamıştı. Akşam eşim eve gelip bugün neler yaptın diye sorduğunda kısa cümleler kuruyorum. Aslında sürekli birşeyler hissediyorum, sürekli eylem içerisindeyim. Hiçbir şeyle uğraşmadan sabahtan akşama kadar onu izleyebiliyorum. Tuna'da bundan hoşlanıyor. Bulunduğu ortamda ben varsam o da huzurlu oluyor. Hiç yanından ayrılmadım şimdiye kadar uyuduğu anların dışında, ya da markete gitmek dışında. Ayrılmak da istediğim de söylenemez. Ben gideceğim bir yer varsa onu da götürüyorum zaten. Arkadaşlarımla ise bir gündüz çayını gece gezmesine tercih edebiliyorum. Bolbol fotoğraflarını çekiyorum. En çok baba oğlu portresi çekmek hoşuma gidiyor. Onlar benim eserimmiş gibi geliyor. 
Benim çerçevem benim resmim benim renklerim. Fonda üçümüzün sesi, üçümüzün kahkahaları, üçümüzün çığlıkları. Bizim bir hayatımız vardı, o hayata yeni bir hayat eklendi. Kendi benliklerimiz vardı "biz"i oluşturan, o benliklere yeni bir ben eklendi. O "ben" i içimize aldık ta içimize. Benimsedik. Biz olduk. Şiirdik tek başımıza öykü olduk, öyküydük masal olduk tomurcuk açtık, masaldık roman olduk çoğaldık. Kelimeler yetmese de anlatmaya, farketmeden uzun uzun cümleler kurduk. Şimdi olduğu gibi, her zamanki gibi, bundan sonra olacağı gibi...

Hoşunuza gidebilecek yazılar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...