31 Ekim 2011 Pazartesi

Evvel zaman içinde...

Uzak diyarların ötesinde, yüksek dağların ardında, doğu ile batı arasında üç denizin ortasında bir ülke varmış. Vatandaşları tarafından tutkuyla sevilen güzel ve yalnız bir ülkeymiş. İçi kocaman yürekli insanlarla doluymuş. Üç tarafı denizlerle çevrili olduğundan mıdır bilinmez, çok taraflı düşünceler ve kültürlerle bir araya gelmiş insanlarmış. Yürekleri kocaman olduğundan mıdır bilinmez milyonlarca duyguyu barındırabiliyormuş.
Bazen binlerce gülücük oluyorlarmış, bazense milyonlarca gözyaşı akıtıyorlarmış,
Bazen “bu ülke çekilmez” deyip yurtdışına gitmenin yollarını arıyorlarmış, bazense dünyanın her yerini gördükten sonra “en güzel benim ülkem” diyorlarmış,
Bazen hayatın zorluklarına karşı iflas bayrağını çekmelerine ramak kalıyormuş, bazense aynı hayatın aynı zorluklarına karşı tek bir demirbilek oluyorlarmış,
Bazen en ufak bir sarsıntıyla ayrı kutuplara düşüp farklı görüşlere sahip oluyorlarmış, bazense büyük bir sarsıntı karşısında kenetlenerek aynı yöne bakmayı başarıyorlarmış,
Bazen güneşin doğduğu yöne çeviriyorlarmış başlarını, bazense güneşin hiç batmadığı batıya doğru ilerliyorlarmış,
Bazen yatırımı toprak üstüne yapmak için ağaçları kesip binalar yapıyorlarmış kendilerine, bazense "hatıra ormanı" yapıyorlarmış ormanları hatıralarda bırakmak için,
Bazen aynayı kendilerine çeviriyorlarmış, bazense iğneyi kendilerine çuvaldızı başkanlarına batırabiliyorlarmış,
Bazen saman alevi gibi tutuşurlarmış, bazense bir ton benzin dahi onları yakamazmış,
Bazen kudrete muhtaç olurlarmış, bazense damarlarındaki asil kanın mevcutiyetini unuturlarmış,
Bazen oturan bir koyun oluyorlarmış Van Gölü gibi, bazense bir timsaha dönüşüyorlarmış Marmara Denizi gibi,
Bazen annesiz kalıyorlarmış öyle yetimcesine, bazense hiçbir şeyleri yoksa verecek, sütlerini bağışlayabiliyorlarmış yetim kalan çocukları emzirircesine,
Bazen öyle bir “sus”arlarmış ki, kemiğe dayanan bıçak, o mumlanmış ağızları bile açamazmış, bazense öyle bir çığlık atarlarmış ki çatlayan ses tellerinin hakkını verirmişcesine dağların ardındaki sağır sultanlar bile duyarmış.

23 Ekim 2011 Pazar

Oğlağından Dedesine Mektup

Benim de böyle bir resmim olsun dediğim bir resim. Senin "çebiş oğlağım, dobuş oğlağım" diye sevdiğin oğlağını öperken... Beni de bir şey yerken gördüğünde küçük lokmalarımdan ve bitmeyen çiğnemelerimden dolayı aynı hitapta bulunurdun. Oğlak burcu olduğumu bile bile...

Bir oğlak bulayım, öpeyim onu senin öptüğün gibi... Aynı resimde buluşuruz belki tekrardan... Keşke... Oradaki oğlak olasım geliyor... Gerçi bizimde var seninle dudak dudağa resmimiz beraber geçirdiğimiz son doğumgünümde... Hani kucağına oturduğum resim... Ismarladığın son ahududulu çikolatalı pastayı yedikten sonra çekilen resim.. Beni Melihe "veremeyişinden" 3 hafta önceki resim... Ayrılmadığımız resim... Mıhlandığımız resim...

Bugün 2 yıl bitti. öksürüyorum bugün hep. nedeni boğazımdaki dedesizlik yumrusu. senden erken ayrıldım. 23 ekimde ayrıldım... mevsimlerden sonbahardı. Hem bahardı hem sondu hem ekimdi. sanki dün kaybetmişim gibi seni... hala taze... hala diken diken kalbimin üstü. ama içi seninle dolu olduğundan acıtamaz dikenler kalbimi.

Sen hayatta olsaydın, Hüseyin Dedem de olsaydı, annemle babamın başına o kaza gelmeseydi, hepsi aynı anda olamıyor mu? olmuyormuş...

Seni çok özlüyorum dedecim... Çok seviyorum... Adını Ali Can yaşatıyor, hem Ali hem Can hem kardeşim hem de sen...

Daha tuğlalıyken işçiliğini beğendiğin yazlığına gittik bu yaz damadınla... Balkonda ayakta beyaz saçlı pamuk babaannem karşıladı bizi, bu sefer yanı boştu. “Nerde kaldınız yavvv!” diye bağıran bir boşluk. Babaannemin gözlerini dolduran bir boşluk. Babaannemden sonra sarıldığım bir boşluk. Öpücüklere boğduğum bir boşluk. Beni melihten kıskanan bir boşluk. Tam da o balkonda aramıza bir erkek girmesinden kaynaklanan kıskançlığını itiraf eden bir boşluk. O balkondaki salıncakta sallanan bir boşluk.

Ameliyatlarından dolayı denize giremediğinden kumsalın kenarına otururdun ya, ben de yanına ilişirdim ya hep, minik dalgalarında arasından çakıl taşlarını toplardın ya hep... Küçükleri denizde sektirip, büyük olanlarını babaanneme armağan ederdin ya, dolmaların üzerine koyması için... Bizde deniz kenarında oturduk damadınla, taş sektirdik. Melih’in kulağını “dedemle şunları yapardık, bunları yerdik, onları söylerdik” cümleleri ile doldurdum.

Ben bu yaz o boşluğu doldurmaya çalıştım. Bir türlü dolduramadığım bir boşluğu. Ne kadar büyük bir boşluğu. Yutkunmakta zorlandığım boşluğu.

Bayram arifesinde ise o boşluğun anıtını ziyaret ettik damadınla, “babaların babası,mekanın cennet olsun” diye kısa bir cümle ile ifade ettiğim boşluğu. Mezar taşının soğukluğunu ısıtmak için ancak bir kitap yazılması gereken boşluğu. Kuru toprağını serinletmek için suladık, sana kana kana su içiriyormuş niyetiyle. Cennetteki ırmakların kenarında olman için dua ederek. Hayatın gerçeği diyerek, her nefis gibi bu dünyadan gideceğiz diyerek. Bir dahaki sefere “süsen tohumu” getirelim diyerek, çiçeksiz kalmış toprağını görerek.

Senin izlediğini bile bile hiç durmadan anlatıyorum, çünkü seninle konuşmalarımızı çok özlüyorum. Ne kadar çok anı bırakmışsın bana, hep kendini bırakmışsın bana. Geçen hafta göz ameliyatı oldum, göz damlalarımın saatlerini takip etmek için elime rastgele bir defter aldım, sayfalarına bakayım dedim, seni bizden alan hastalığın dönemindeki ilaçlarını da o deftere yazmışız… heryerde buluşuyoruz seninle, hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde, defterde kalemde, ankarada istanbulda, akçayda korgunda, salonda benim odamda, hiç göremediğin evimde salonun köşesindeki resimlerde, kucağında benim bebekliğimle, her gören resimlerin önünde seni anıyor rahmetle, heryerdesin hep aklımdasın inan. dilimden düşürmüyorum inan. çok özleniyorsun inan.

19 Ekim 2011 Çarşamba

deneyim denemeyin...

Göz ameliyatı olmam, bu sabah hazırlanırken, tarağımın elimden uçup açık olan klozet kapağından içeri düşmesini engelleyemedi...

Gözlükleri, lensleri attım ama sakar tekeliğimi atamadım üzerimden... Göz görür, sakarlık baki kalır.

İyi bir hafta geçiriyoruzdur umarım, yarısı bitti bugün çarşamba, cumaya iki kala, havalar Ankarada bildiğiniz "kışyarı" kıvamında olmuş. Eeee ne demişler, Ankaranın ayazı, gelemez bir türlü mevsimlerden yazı, bu sefer kısacık olsun bu yazı,kuruyan gözlerime günde 4 damla suni gözyaşı...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Sen o kadar bir şey söylemeden gidersin ki; üstüne milyonlarca bir şey söylenir.

Bu söz beni bırakıp giden şemsiyeme gitsin. Sen misin şemsiyesini servisin koltuğunda unutan diye yağmur damlaları küfretti bana sabah sabah. Yüzüme tükürdüler resmen. Oysa ben seviyordum sizi be… severim yağmur damlalarını. Esmer olmamdan dolayı yağmur yağarken seller akarken “o camdan bakan arap kızı” bendim, o cıngıldaki bendim yahu… ben yağmur yağarken tek şemsiye altında yürümenin zorluğuna rağmen sevgilimle elele yürüme ihtimalini sevdim yahu…

Bu kadar sitem yeter sıra geldi, teşekkürlerimi sunmaya…
*Arkamda bıraktığım bankanın su geçirmez bezden torbasının beni yağmurdan korumasını ironilerin kraliçesi seçiyorum.
*O torbayı tutan ellerimden montumun geniş kollarını fırsat bilerek hiç zaman kaybetmeden dirseklerime kadar inen yağmur damlalarını da buradan ayrıca takdir etmek istiyorum.
* Kendimi ıslak kedi gibi hissetmem sonucunda yolda gördüğüm 5 köpeğe siper almamla, o köpekciklerin kendi gailelerinde olduklarından beni umursamamalarına ise şükranlar sunuyorum.
*Ayrıca her şerde bir hayır vardır diyerek, zaten şemsiyem küçük geliyordu diyerek, yağan yağmura inat, öğle yemeğinde sakarya’da tesadüf eseri gördüğüm ve tüm itirazlara rağmen aldığım gökkuşağı desenli şemsiyeye benim olduğu için teşekkür ediyorum.
*Son bir tebrik ve müteşekkir yağmuru da, bu kadar seller sular içinde evvel zahir zamandan beri babet giymekte ısrar eden bu akıllı mı akıllı kafacığıma ve bu zeka dolu hareket karşısında ıslanan paçalarıma gelsin.
Bir de konuyla ilgili “İncir Reçeli”nden bir replik gelsin… Hatta sana gelen bana gelsin. Hatta bir replik de yazımızın başlığını oluştursun…
“Ben insanları arabanın camına vuran yağmur damlalarına benzetiyorum. Bazen, bir damla aşağı doğru kayarken, başka bir damlaya karışıp, güçlenerek daha hızlı ilerler. Ben de sana karıştım aşkım. İnsanlar acımasız, savurgan. Hiçbir şeyin sonu gelmeyecekmiş gibi davranıyorlar. Bir gün, şoförün camı açabileceğini hiç düşünmüyorlar.”

11 Ekim 2011 Salı

işte öyle bir şey

Haftasonunun gelmesini dörtgözle beklersin ya,
Kardeşinle bir cumartesi kahvaltısı planı yaparsın ya,
Sevdiğinin annesi ve babası geliyor diye hazırlık yaparsın ya,
Cumartesi hava çok güzel diye sevinirsin ya,
Gözümdeki pıtırcık geçti diye için rahatlar ya,

Sonra melihin hastalanır ya,
Kahvaltı suya düşer ya,
Ağzına bir lokma bir şey girmez ya,
Sürekli üşür ve titrer ya,
2 şişe serumu içer ya,
Sen ona yoğurtlu naneli çorba yaparsın ya,
Ateşi yükselir ya,

Akşama doğru biraz ayaklanır ya,
Kardeşin sabah görüşemedik diye akşam eve gelir ya,
Elinde de 2 tane plak olur ya,
Çay demi ve kakaolu kek ile güzel bir sohbet ortamı oluşur ya,

Pazar sabahı melih iyileşir ya,
Tekrar gülücükler kondurur ya,
Hani içine soğuk su serpilir ya,
Dışarıda hava durumu da yağmur serper ya,
Pazar günü için düşünülen gezi planı iptal edilir ya,
2 haftadır “planladığım” haftasonu hiç planladığın gibi geçmez ya,
İşte öyle bir şeydi bu haftasonumuz…

“Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlarından bahset.”
Amores Perros (2000)…

10 Ekim 2011 Pazartesi

optik

bu aralar kafamda dolaşan soru budur...

7 Ekim 2011 Cuma

Benu-l A'yan

Bu haftasonu, kardeşim geliyor, benu-l a'yan’ım geliyor, ela gözlüm geliyor, cumartesi sabahı kahvaltısına geliyor, ablasının portakallı pancakelerini yemeye geliyor, annesinin yemeklerini yemeye geliyor, babası ile teknoloji paylaşımı yapmaya geliyor, sadece 2 günlüğüne geliyor, pazar günü gidiyor, dudaklarımızı büktürüyor, ablası onu çok özlüyor, herkese sevdikleriyle güzel yoğun bir haftasonu diliyor…

5 Ekim 2011 Çarşamba

küskün

Sonbahar demek,
Kalın çorap ile babet giymek demek,
Belki şort ile giymek demek,
İnce bir mont demek,
Boyundaki şal demek,
Sıcak sütlü kahve demek,
Dökülen yapraklar demek,
Serin güneşli havalar demek,
O havalarda yürüyüş yapmak demek,
Çantaya minik bir şemsiye koymak demek,
Nar, elma, mandalina, muz yemek demek,
Palamut ve lüfer yemek demek,
Toprak renkleri demek…
Hem bahar hem son demek…
Baharının yanında yaz mevsiminin sonu demek,
Bütün bu hoşluğun yanında,
Konu ben olunca,
Her yıl ekim ayındaki göz kontrolü demek…
Yapraklar gibi gözümün de kuruması demek…
Günde gözüme 12 damla demek…
Akşam yatmadan terramycin sürmek demek…
Lenslere veda demek…
Belki laser ameliyatı demek…
Bekleyiş demek…Yağmurlu hava ihtimalinin olması...
Belki gözlerin hemen dolması demek…
Alt dudağın sarkması demek…
Bugün küskünüz demek…
Biraz huysuzuz demek…

Hoşunuza gidebilecek yazılar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...