21 Şubat 2012 Salı

you're my heart, you're my soul...

Kalbim karnımda atıyor, bunu biliyor muydun? Heyecan, mutluluk, merak, endişe… Hayatımda ilk defa bu kadar duyguyu bir arada yaşıyorum. Ben baya bir süreç atlattım zannediyordum aslında, daha önce de bu kadar duygu bir arada yaşanır mı diye söylemiştim ama bu farklıymış. Daha hiç bir şey görmemişim. Yolun yarısına geldiğim şu günlerde özellikle içimdeki kıpırtıları hissettikten sonra, içime bir his doğdu. Varlığını hissettirdi ya bana, işte o zaman hayatım o meşhur kahverengi sarı bir rutubet kokusu bırakarak gözlerimin önünden geçti.
Çocukluğumdan bir “kesit” izledim. Sene 1986. 3 yaşımdayım, benden 21 ay küçük bir erkek kardeşim var. Evimizin salonundayız. Perdeler desenli, koltuklar yeşil kadife kaplı, ışıklar floresan. Dedemin babası, dedem, babam, annem, babaannem, halalarım var. Annemle babam çok gençler, körpecikler, yanakları kıpkırmızı. Tatlılık kıvamı grip nedeniyle bozulmuş olan ben, kaşları çatmış şekilde koltukta oturuyorum, düğme kadar burnumun ucu silinmekten yara olmuş, nazın ve kaprisin dibine vurmuşum, annem huzurumu kaçırmamak için kardeşime hiç pas vermiyor. Zaten kardeşim daha kıskançlık nedir bilmiyor, saf saf “aba” “dede” “ala” diyor ve çay bardaklarındaki elini yakan dokunmaması gereken sıvıyla uğraşıyor. Annem her zaman ki gibi mutfak ve salon arasında mekik dokuyor. Bu arada benim “anne saçımı baalatana” “anne ayakkabılayıııım” feryatlarımla yanıma uğruyor. Arada sırada beni yanına çağırarak yüzümü güldürüyor. Babam ise oynanacak bir müzik arıyor, Ankara yöresine ait bir oyun havası buluyor. Oynamaya başlıyor, bana da oynanmam söyleniyor ama hiç mi hiç havamda olmadığım da biliniyor, teklif, huysuz bir şekilde tarafımdan reddediliyor, babam kardeşimi kucağına alıyor, etrafı kalabalıklaşıyor, kardeşim hareketlere anlam veremediğinden ağlamaya başlıyor, ama hemen susuyor. Herkes oğlunu yanına alıyor ve koca dedem, dedem, babam ve kardeşim diziliyorlar. Dört kuşak bir araya geliyor. Çaylar içiliyor, oyunlar oynanıyor. Almanya’dan gelen akrabamızın yanında getirdiği kamera, hayatımızdan bir parçayı koparıp kasetine hapsediyor. Biz onu görmek istediğimizde mahsenden çıkarıp izleyebiliyoruz.
Dün bugün yarın, zaman, akrep yelkovan… Bugünden 25 sene öncesini, bugünü ve 25 sene sonrasını düşündürüyor. Hayaller kurduruyor, senaryolar yazdırıyor. Derin derin düşüncelere daldırıyor, bu daldırma ile dalgınlık oluşuyor. Bir kıpırtı bana neler hissettiriyor. Ağlayasım geliyor, sonra gülesim geliyor, aklım bir gidip bir geliyor. Demiştim ya, kalbim karnımda atıyor…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Evet,artık siz annelik moduna;ya da hamilelik moduna iyice girmişsiniz...Bekleyin,sebepsiz yere ağlamalarınızda başlayacak.Bebeğinizi saülıkla kucağınıza almanız dileğiyle inşallah......Ah bu arada,inanın halası da çok heyecanlı:::)))ar

Hoşunuza gidebilecek yazılar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...