30 Eylül 2011 Cuma

bir avuç...

Haftasonuna vardık,
Bugün cumaydık,
Yarın neydik ne olduk,
Birdik iki olduk,
İyiki olduk, ne güzel olduk,
Çoştukça çoştuk,
Koptukça koptuk,
Dünyayı unuttuk,
Birden kör olduk,
Aniden kaybolduk,
Gökyüzünde uçuyorduk,
Birbirimizi görmüyorduk,
Sadece beyazı görüyorduk,
Sonra kendimizi yerde bulduk,
Ormandık belki musonduk,
Kaplumbağanın sırtındaki kabuk,
Tavşanın elindeki havuçtuk,
Karga gibi dala konduk,
Tilki gibi bir dalkavuk,
Böcektik belki “Ağustos”tuk,
Karıncaydık belki yorulduk,
Dinlendiğimiz yer ağaçtaki kovuk,
Birbirimizi bulduk,
“Al”dık,Morduk,”Pul”duk,
Tekrar mutluyduk,
Önceden mutlu muyduk?
Birbirimize bunu sorduk,
Peki cevabını ne bulduk,
Ellerimizde bir yokluk,
Gözlerimizde bir boşluk,
Başıbaşa koyduk,
Gözlerimizi doldurduk,
Güneşe doğru durduk,
Yandık yandık tutuştuk,
Birbirimizle kavrulduk,
Arkamıza baktık küldük,
Rüzgar esti savrulduk,
Yağmur yağdı çamurduk,
Karyağdı kartopuyduk,
Sonbahardaki sonduk,
İlkbahardaki tomurcuk,
Onuncu köyden de kovulduk,
Ne umduk ne bulduk,
Damarlarımızı doldurduk,
Kanlarımızı dondurduk,
Zamanı durdurduk,
Nehrin kenarında oturduk,
Sular aktı oluk oluk,
Oysa zamanı durdurmuştuk,
İki avuç suyduk,
İçtik içtik doyduk,
Elele tutuştuk,
Bir mutluluktuk,
Sadece bir avuçtuk.

29 Eylül 2011 Perşembe

A'dan Z'ye

O nasıl bir kitaptı öyle. Biter bitmez “ben bu yazarın yazdığı her şeyi okumalıyım” hissine yakalanıyorsunuz.. Hakan Günday, kitabın adını yazarken bile, o “AZ” kelimeciğine bir sürü dünya sığdırmış. O bir sürü dünyaya bir sürü insan sığdırmış, kitabı okurken benzersiz söz öbeklerinin oluşturduğu cümleleri bir kenara not alasınız geliyor ama kitabın akıcılığından çok uzaklaşmamak için, “melihcim sen okurken not almayı unutma” nasihatında bulunuyorsunuz; kitabı okuduktan sonra ise, önce bir kalıyorsunuz, sonra anlıyorsunuz birlikte kaldığınız kişinin kendiniz olduğunu… Kendinizi ne kadar az tanıyabileceğinizi, size en uzak yerin aslında sırtınız olduğunu (bu cümle de bir filmde ya da kitapta geçiyordu ama unuttum)… Yudum, yazarı önce keşfettiği için ona saygı duyuyorsunuz, sonra Yudum’a çok teşekkür ediyorsunuz yazarla tanıştırıldığınız için, sonra üzülüyorsunuz 11 yıl sonra tanıdığınız için… Sonra internetten sipariş veriyorsunuz kitapları… Sırada “Azil”, “Piç” ve “Kinyas ve Kayra” var…

27 Eylül 2011 Salı

palamut kapıyı bir kere çaldı.

Akşam evde yemek yaparken, yeşil mercimekli bulgur pilavını yapıp dinlenmeye bıraktıktan sonra kendisinden çok önce başlamış olduğum diğer sulu yemeğin düdüklü tencerenin tüm olanaklarını kullanmama rağmen yarım saat daha pişmesi gerektiğini düşündüğüm anda, karşı komşumun adı gibi "melek" davranışının bir sonucu olarak zilimizi çalan tabaktaki iki kişilik hazırlanmış "hızır" soslu kızarmış palamutu elimden zarifçe sofraya bıraktım. Mutluluktan pişen yemeğin altını kısıp, "istersen bir saatte piş..."dileklerimi yolladıktan sonra balığımızı ve yanına yakışan bulgur pilavımızı afiyetle yedik.

şimdi ben meleklere inanmayım da napayım?
en iyisi akşama güzel bir kek yapıp meleğimin tabağını dolu dolu geri vereyim...

26 Eylül 2011 Pazartesi

baykuş-u tiryaki















Haftasonu Bolu-Gölcük'e gittik... Çok beğendim... Abantı görmedim ama oradan güzel dediler… Kuş gibi uçtum uçtum...
Kuş demişken, bu aralar baykuş takıntısı var bende... Özellikle takılarda, tişörtlerde ve ev aksesuarlarında. Kelebek out baykuş in. Alışveriş sepetim bunlarla doldu, ama almıyorum, sadece sepetime ekledim. Almış gibi oluyorum o zaman. Ayakkabıyı deneyince almış gibi ol-u-ruz yaaa... diyecektim ki öyle olması imkansız ayakkabılar için özellikle. Dilekolay tam tamına 58 gün oldu bugün kıyafet veya ayakkabı veya aksesuar almayalı. En son aldığım şey kyo'dan bikini üstü ki o da 3 bikinim ile kombine edilebiliyor.

Neyse baykuşlarıma gelelim, alışverişi sokunca araya o yola sapasım geldi, baykuşlarımı unuttum, şeytantüyü var bu alışveriş olayında. İşte benim çizdiğim baykuşlar yukarıda, amatörce paint'te bir şeyler karalıyorum işte... Baykuşa benzedikleri de tartışmaya açıktır.

Cumartesi gezdim gördüm, Pazar sabahı lezzetli bir kahvaltı yaptım, evde dinlendim, temizlik yaptım, saat 16:00 da Melihin arkadaşı aradı Eymir'de bisiklet fikriyle. Sabahtan beri evde olan benim hemen kabul naraları ile atlamamla pazar günü o saatte çok kalabalık olacağını düşünmem bir oldu. Ama bir kere gidelim demiştik. Eymirde rahat bisiklete binmek istiyorsanız, sabahları idealdir, ama cumartesi sabahı en idealist saattir. Araba yok denecek kadar az oluyor. Bizim favori saatimiz. Dün gittiğimiz saat 17:00 ile 19:00 arasıydı ki offfff... Arabalar dizili, insalar dizili, çok kalabalıktı çok. Gezmeye ve yürümeye gitsem çok rahatsız olmam ama bisiklet sürerken çok sıkıntı oldu. Bir de bisiklet kiralama olayını çıkarmışlar ki bu benim hiç hoşuma gitmedi. Aklı başında insanlar binebildiği gibi, 5 tane erkek kotlarla, gömleklerle ve kösele ayakkabılarla bağıra bağıra bisiklete binmiş olarak karşınıza çıkabiliyor. Çok kötü bir görüntü. Burası bizim çıkın gidin burdan diye bağırasım geldi. Neyse sonuçta vakit geçirdik, ama çok yorucu oldu. Bir daha o saatte nayır nolamaz... İyi Haftalar, Haftasonuna çabuk varmalar...

23 Eylül 2011 Cuma

Ali Can...



O güzel yüzü hiç değişmedi benim biricik kardeşimin...
Ben karakızken o kumral ela gözlü olan oldu…
Benim bebekliğimden güzeldi onun bebekliği...
Babam öyle der... O doğduğunda "oğlum oldu" demiş babam...
Babasının oğlu... Mühendisin mühendis oğlu...
O eve geldiğinde kimseyi sevdirmek istememişim, o güne kadar hep ben sevildiğimden...
Onu sevmeyin beni sevin demek istememden...
Ama onu ben herkesten çok sevdim... Ama çok da kıskandım...
O beni hiç kıskanmaz... Tabağımdaki makarna hariç...
En sevdiği yemek makarna... Bana bile yapmasını o öğretti…
Ben de ona bisiklete binmeyi öğrettim...
Çekirdek çıtlarken ayçekirdeklerinin içlerini biriktirirdi toplu yemek için...
Sonra ben elinden birazını alırdım, çok acımasızdım.
Bazen ikimizin de acımasız olduğu zamanlar oluyordu.
Annemin bir yaz günü akşam yemeği için yaptığı karışık kızartmanın hepsini ama hepsini yemiştik annemi ve babamı düşünmeden...
Annem bir daha yapmıştı... Utanmadan ondan da yemiştik...
Kartopu oynamaya çıktığımızda, hep en büyük kartoplarını o yapardı...
Ben de hep ağaçtaki karları silkelerdim üzerine...
Ipıslak ve buz gibi olduktan sonra evin köşesindeki kaloriferde bulurduk kendimizi...
Ankara'nın denizsiz olmasına aldırmadan, mayolu serçeler gibi küçücük küvette çırpındık...
Birbirimizin en iyi arkadaşı olduk, o omuz hep yanıbaşımdaydı…
Hep rahat hep güvenli…
Müzik ve tiyatroyu ikimizde çok severiz ama hayata geçiren ilk o oldu...
Lisede rol aldığı tiyatro oyununun çıkışında çok başarılı geçtiğinden, sevinçten gözleri doldu...
Batari kursuna gitti, o ellerin hareketliliğini iyi değerlendirdi...
Sandalyeler ve kumandalar rahaaat bir nefes aldı.
İstanbul’u çok sevdik ikimizde ama orada okuyan ve çalışan o oldu…
“Anne ben o şehirde kırmızı converse giyemem” dedi ve o şehre gitmedi,
Babası ile aynı Üniversiteyi okuduğu İstanbul’a gitti…
Dedem ve babaannemle oturdu. 3 taş birden vurma işi bana düştü.
Sabahları Babaannemle, öğlen Dedemle, akşamüstü Kardeşimle.
“Abla aynı günde hem Bahariye’ye hem Moda’ya hem Ortaköy’e hem Taksim’e gidilir mi?”
Gidilirdi, hep gittik…Daha çok gideceğiz...
Gerçi ikimizin çıktığı yolculuklar aksiyon dolu oldu...
Nice yerler görelim, nice yaşlar görelim hep birlikte, hep sağlıkla…
Hayallerimizle büyüdük, hayaller hep var, hala büyüyoruz, hala hayal kuruyoruz…
İyiki doğdun kardeşim, pamuğum, karaablasının beyaztenlisi…
Her zamanki gibi bastırarak ve sertçe öperim o yanaklarından...Bugün olan olaylar için bir araştırma yaptım canım kardeşim... (yoo buradan baktım)
Doğumlar:
1930-Ray Charles
1943-Julio İglesias
Olaylar:
1846-Neptün gezegeni'nin keşfi
1993-Michael Jackson Türkiye'de konser verdi.
Özel Günler:
Ekinoks
Sonbahar'ın Başlangıcı
Dünya Otomobilsiz yaşam günü

22 Eylül 2011 Perşembe

huysuz çeşnili siyah beyaz bir tatlı

Fon da Müzeyyen Senar üstadımdan bu şarkı çalarken; birden yazasım geldi. Aslında her zaman yazasım var da bu güzel bir bahanesi olsun. Nasıl sonlanacağını bilemediğim bir yazı... Huysuzum ama tatlıyım. Zaten tatlı olmasam huysuzluğum çekilmez. Ani patlamalarım, sonrasında sönmelerim, alt dudağımı sarkıtmalarım, kaşlarımı çatmalarım, avaz avaz bağırmalarım, sonraki susmalarım, ağzımı kemik açmamalarım, saçmalamalarım, kabul etmemelerim, keçiliğim, tekeliğim, çingeneliğim çekilmez. İçinde fren barındıran çılgınlıklarım. (benim “hayat “fren”dim”) İçinde tatlılık barındıran bir huysuzluk benimkisi. Mesela bir fasıl gecesi Melihin bana armağan ettiği “Huysuz ve Tatlı Kadın” eserine benim “Kahverengi Gözlerin” ile yanıt verebilme benimkisi.

Hayat tüm zıtlıklarıyla devam ediyor. Zıtlıklar çıkış noktasıdır. İyi kötü, siyah beyaz, gece gündüz, savaş barış, aç tok, sıcak soğuk, mutlu mutsuz, zengin fakir… Onların oluşturduğu ara yoldur bizim hayat öykümüz. Taaa ortaokulda yazdığım bir komposizyon vardı. “ying ve yang”. Edebiyat öğretmenim çok beğenmişti. Ama onda kaldı. Keşke bir örneğini alsaydım. Yazımın tek kusuru küçük r harflerimin büyük R olarak yazılmasıydı. Bir de Yudumla lisede yaptığımız çuvalişi örümcek ağımız sergilendiği için kalmıştı okulda, ona da çok üzülürüm.
Bir de yitip gidenlerin arasında bizim evde bir zamanlar “ağlayan çocuk” resmi vardı. Onu attı mı ne yaptı annecim bilmiyorum ama ben severdim, burnumun direği sızlasa ona biraz bakmamla gözyaşlarımın gelmesi arasında bir paralellik vardı. Eve isteyerek göz yaşı sokulur mu?
Mutsuzluk yerine mutluluğun resmini asalım evimizin duvarına. Resme baktığımda yüzüme gülümseme geliyor, 6 çocuk çok fazla ama 4 çocuk yapasım geliyor, tüm zorluğuna rağmen sobalı bir evde oturasım geliyor... Bu resmin yapbozu varmış, alıp, yapıp, çerçeveletip, evimizin duvarına asmak istiyorum. Düşüncesi bile mutlu ediyor, demek gerçek olsa bildiğin havalara uçucam…

19 Eylül 2011 Pazartesi

Sakarteke

Aslında "sakarmeke" diye bir kuştürü var bknz yukarıda ancak benim gibi bir keçi sakar olursa adı ne olur? Sakarteke olur. Arkadaş doğuşum bile sakar, Aralıkta beklenen bebek Ocakta doğmuş. Neyse o kadar çok geriye gitmeye gerek yok. Haftasonunu anlatsam yeter.

Haftasonu planı Cuma akşamından yapılır bizim evde. Plansız bir yaşam düşünülemez. Yani aslında ben gayet iyiydim plansız programsız. Her şeyin son dakika patlak vermesine alışmıştım. Ta ki “hayat seni yönlendirmesin, imkanın oldukça sen hayatı yönlendir” diyen bir 21.yüzyıl Konfüçyüs’u ile evleninceye kadar. Planlı cumartesimizin, planlı ufak kahvaltısından sonra 7 haftadır gitmediğimiz, Eymir’e gittik, bisiklete bindik. Birinci turun klasik durağından sularımızı aldık.

“Melih dedi suyunu bitir şişeni eline yüketme.
Candan dedi iki parmağımla tutarım sorun olmaz hem biraz daha içicem sonra.
O sonra anı geldiğinde Melih önde Candan arkadaydı. Sürmeye devam ediyorlardı.
Candan dedi şişenin kapağını açıyorum.
Melih dedi o zaman düşersin.(Candan bunu duymadı)
Candan kapağı açtı ve suyunu içti bir güzel.
Hiçbir sorun yoktu ki boş şişenin kapağını kapatırken hakimiyetini kaybetti ve yoldan çıkarak çalılıkların arasına girmeden sol kolunun ve sol bacağının üstüne düştü.”

Olacağı buydu tabi. Söz dinlemezsen, dikkatliyim ama tedbirsizim dersen olacağı buydu. Sıyrık, şişlik ve morluk üçlemesi. Bile bile hem de. Melih tarafından öngörüle öngörüle…Günün geri kalanında anıla anıla bir hal oldu benim “az kaldı göle uçma” olayı.
İkinci tur olaysız geçti. Mutsuz olmuştum bir anda.Benim sessizliğim Melih’de “sen hep düşsene” düşüncesi yarattı. Vereceğimiz molayı planladıktan sonra biraz keyiflendim. Sırtımızı yaslayabileceğimiz gölün kıyısında bir ağaç bulduktan ve balıkekmeklerimizi sipariş verdikten sonra, Melih, Jose Saramago’nun “Körlük” ben de “Sudoku ve ötesi” kitaplarımıza daldık. Benim gözlerim fotoğraf çekimine gelen 2 tane geline takıldı. Biri sarışın biri esmerdi. Sarışın sandalyeye otururken eteğinin arkasını çoooook fazla kaldırdı. Kirpiklerim dökülürken damatlara üzüldüm. Öyle kenarda köşede yedek oyuncu gibi, ihtiyaç olursa fotoğrafa giriyorlar. Bunları izlerken balık ekmeğim bitiverdi.

Balığa doyamadığımdan akşam yemeği için de balık yemek istedim. Deniz çuprası aldık dönüşte. Akşama onu bir güzel yağladım, tuzladım, içini patates ve soğan ile doldurdum, alüminyum folyoladım, fırına verdim Bir de yanına bolbol salata, ama öncesinde mutlaka ekşili bir şehriye çorbası. Yemekten sonrasını da yeni televizyonumuzda güzel bir film ile taçlandıralım istedim. Anıl ve Seçilay’ın önerisi “500 days of summer” Ben çok beğendim. Melih beğenmediğinde yaptığı dudak mimiğini yaptı. Bir filmi de beğen be tatlım.

Pazar günü ise ev düzenine adadım kendimi. Belim ve ayaklarım koptu, ama mutluydum. Bizim Çankırı yöresine ait “Perişka” bile yaptım. Sırf adı için yaparım. Perili merili. İki kişilik az porsiyonluk yaptım. Mantı yapar gibi ama içi boş üçgen şeklinde kapatılıyor. Köy peyniri ve tereyağı ile servis ediliyor. Dedecim çok severdi. Su böreği tadını aldığını dile getire getire afiyetle yerdi. Mantı yaparken bir pazısını da onun için perişka yapardı annemler. Ben onun adını anarak yedim ve yaptım perişkayı. Anmadığım an varmı ki?.

Yemeğimizi yedikten sonra “Social Network” filmini izledik. Melih bu sefer beğendi. Akıcı, gerçekçi ve takip etmek zorunda olacağı filmleri seviyor. Televizyonu erken kapattı diye debelenirken sağ kolumu da kapıya geçirdim bir güzel. Allah’ın sopası yok… Ettimi sana iki… Vakayi sakari teketekiye... Böylelikle bir tek sağ bacağım sağlam kaldı. Cuma gününden planlanan etekler öbür haftaya kaldı. Morluklarla giyilmesi düşünülemez. Bu haftasonu yazımdan da bir filmlik senaryo çıkar. Bu filmi Melih’in beğeneceği kesin.

Adı ne olur? Sakar Teke: The Cycle of perişka and çipura like a genie in a bottleOlaysız bir hafta diliyorum… Bence mümkün…

16 Eylül 2011 Cuma

Kocaman...

...bir sarılma terapisine ihtiyacım var...

15 Eylül 2011 Perşembe

Elini öpebilir miyim Hatça Ana ?

Akşamları geç yatmam ve uykuya doyamamam sonucu dün sabah somurtmalarım arasında Melih'in benim yüzümü güldürmek için umutsuzca sorduğu "Akşam Hatça ana'ya gidelim mi?" sorusunu hemen tereddütsüz şaşırtıcı bir şekilde "olur" lafım ile güzellemeli karşılama yaptım.

Hamurişi canavarı ile evli olduğum için tam bize göre bir yer. Hemde evimize 15-20 dakikalık yürüme mesafesinde. En güzel köşesine kuruluverdik... Çok kalabalık değildi... Tepede olduğu için ve seçtiğimiz masa nedeniyle esiyordu ve üşüdük, evden çıkarken üstümüze birşey almamıza gerekyok sözlerim yüzüme tokat gibi çarptı ama yemekleri götürürken ısındım, yetmedi çay içerken şal istedim ısındım...

Uzun zamandır gitmek istiyorduk, Eymir'e giderken gelirken hep görüyorduk, kısmet dün akşamaymış. Melih mantı, bense ciğer sote söyledik. Ortaya çoban salata ve peynirli çiğbörek söyledik. İkramları turşu ve bazlamaydı. Sanki tereyağı ve bal da eklenebilir bu ikrama. Yemeğin sonundaki çay da ikram. Ben bu tür yerlerde yemekten sonraki çayın ikramlı olmasından yanayım. Menüde ızgara köfte, çorba, gözleme, kuzu şiş, tavuk şiş gibi seçenekler de vardı. Fiyatlar normaldi. Bence bizim seçeneğimiz güzeldi. Hatta benim tavsiyem önce ortaya mantı söylemek, çok doyurucu olduğundan, diğer şeylerden şişmeden tadılabilir.

Bilen bilir ben dışarda mantı yemem, çünkü annem, babaannem, anneannem sağolsun birer mantı yapma makinesi olduğundan çocukluktan beri mantıya doymuşluğum vardır. Dışardakileri de pek beğenemem. Kıyması az gelir, hamur hamur olur. Ama dün akşam Hatça Ana'nın mantısı çok başarılıydı. Melih'de öyle herşeyi beğenmez ama o da beğendi. Mantıyı yerken annemler duymasın dedik ama burdan sesleniyorum, "Annecim hiçbiri senin mantılarının ve bazlamalarının yerini tutmaz..."

Çiğbörek ve ciğer soteden de memnun kaldık. Tekrar gidilebilir, kahvaltı da yapılabiliyor. Ben mutlu gittiğim için mi güzel geldi bana, yoksa oraya gittiğim için mi mutlu oldum? Bu noktanın ayrımına varamadan, yürüdük, gördük, yedik, kalktık, yürüdük, markete girdik, soda aldık, Melihi en ahenkli (!) soda içen adam seçtik...

14 Eylül 2011 Çarşamba

"Gözyaşlarım kendiliğinden kuruyorlar"

Şarkıların kulağımda çınlıyor.
Çınladıkça bende senin kulağını çınlatıyorum.
Aynı yıl doğmuşuz.
Sen benden 9 ay 3 gün küçükmüşsün.
14 eylülde...
Bir sonbahar akşamı rastlamışsın bu dünyaya.
Bir yaz akşamı ise veda etmişsin.
İyi ki doğmuşsun.
İyi ki bu şarkıları yazmışsın,söylemişsin.
"Tears Dry On Their Own"
"Back to Black"
"Rehab"
"Love Is a Losing Game"
"You Know I'm No Good"



karakalem çalışması: by pocketuti

13 Eylül 2011 Salı

Grenade

Bugün işe gelirken serviste, kulaklarımda Bruno Mars'ın Grenade'si yankılanırken aklımdan şu hesaplamalar geçiyordu...

Bugün günlerden 13.09.2011.
1+3+9=13
13+9+2+0+1+1=26 (13x2)
1+3+9+2+11=26 (13x2)
haftanın ikinci günü olduğu için 2 ile çarpıyorum.

Bu arada bende plakalara bakınca 13 rakamını bulma takıntısı var. Acaba bu hastalığın bir adı var mı? Aslında çok kolay çünkü, plakaların çoğu 6 ile başlıyor geriye sadece 7'yi bulmak kalıyor. Toplaya çıkara böle çarpa bulmaya çalışıyorum. Çoğu zaman ulaşıyorum. Ne zamandan beri böyle yapıyorum hatırlamıyorum, neden 13 sayısı onu da hatırlamıyorum... Ama bence asal sayı olduğundan dolayı ulaşması kolay oluyor. Uğuruna ya da uğursuzluğuna inandığımdan değil, sadece rakamlardan bir sonuca ulaşma. O sonuca ulaşmak için her şeyi hesaplama. Ulaşınca mutlu olma.

Mesela Bruno Mars 1985 doğumluymuş. 8+5=13 al işte... Gel de mutlu olma...

8 Eylül 2011 Perşembe

ON lafımdan DOKUZU

1-Kıvanç Tatlıtuğ zayıflamış,
2-Kıvanç Tatlıtuğ çok zayıflamış,
3-Kıvanç Tatlıtuğ ne kadar zayıflamış,
4-Siyah daha zayıf göstermiş,
5-Beyaz Gömlek daha zayıf göstermiş,
6-Hapishanedeyken daha zayıflamış,
7-Rol icabı mı zayıflamış?
8-İğne ipliğe dönmüş.
9-Kıvanç Talıtuğ zayıflamış.

6 Eylül 2011 Salı

Alice in "Worker"land...

Kısa sayılmayacak bir kahvaltı yapabilmek...
Sabahları onunla servislere elele yürümek...
Pazartesi sendromu yaşamadan pazartesiyi salıya bağlamak...
Bergamotlu çay ve Sütü Bol kahve molaları ile toplantılar yapmak...
Öğle yemeklerinde karpuz peynir yemek...
"Arta kalanlar"ım yerine, "bütün"üm ile eve varabilmek...
Haftanın en sevdiğim ikinci günü olan Cuma'yı (Birincisi:CUMARTESİ) beklemek...
Cumartesi sabahı Eymir gölünde bisiklete binmek...
Pazarın bitmesini istememek...
Haftayı bitirmek...

Hoşunuza gidebilecek yazılar...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...